Sanat Yönetmeni: Yüce Gümüş
Medeniyetimizde bir öğretim yöntemi olan meşk; talim etme, öğrenme anlamlarına gelmektedir. Tarihimizde talebenin hocasından öğrendiği musiki eserini okumasına “meşk etmek” tabiri kullanılmıştır. Talebe, meşk sayesinde sanat öğrenmenin yanı sıra hocasının tavrını, usulünü kazanmış olur, hâliyle hemhâl olur. Dolayısıyla bu yöntem, usta-çırak ilişkisi etrafında örülen toplum ahlakının aynası olmuştur. “Aşk olmadan meşk olmaz.” düstûruyla meşkte estetik kaygıdan ve halkın beğenisini kazanmadan daha çok Allah’ın rızasını kazanma ve bu muhabbeti tahsil ederek dinleyenlere yayma düşüncesi vardır.
Türk musikisinde meşk usulü ise tarih boyunca saraylarda, konaklarda, camilerde ve tekkelerde uygulanmış ve mekâna, üsluba göre farklı tarzları beraberinde getirmiştir. Örneğin tekkelerde musiki eşliğinde icra edilen meşk ile tekke tavrı ortaya çıkmıştır. Tekke tavrı ile dervişler, meşreplerine göre kimi zaman vecd hali ile coşkulu zikirler yapmış kimi zaman ise sükûn hali ile mana âleminde tefekküre dalmıştır.
Bir Fransız seyyah 1672’de İstanbul’un bir camisinde talebenin hocasından öğrendiği tavırla ilahiyi okumaya çalıştığını görmüş, talebenin notalara bakmadan hocasını taklit ettiğini gözlemlemiş ve Türklerin musiki icrası esnasında notadan ziyade talim ettiği kişinin tavrına dikkat ettiğini beyan etmiştir.
Meşk metodu daha çok şifâhî (sözlü) olarak aktarılmış, gönüle hitap etmesiyle ve insanı muhatap almasıyla konserlerde icra edilen musikiden farklılık göstermiştir. Meşk geleneği ile bir medeniyet birikimi nesilden nesile aktarılmıştır.
Topluluğumuzun çalışmaları ile meşk geleneği yurt içi ve yurt dışında icra edilen programlarla insanlığın istifadesine sunulmaktadır.